29 Haziran 2012 Cuma

"Her canlı bir gün ölümü tadacaktır."

 "Her canlı bir gün ölümü tadacaktır."

Ne vurucu bir cümle üzerinde yorum yapmaya gerek yok.
Yazının omurgası şöyledir canım kardeşim:
  1. Ölüm ve Hayyam
  2. Agoni
  3.  Meral Okay ve vasiyeti
  4.    Krematoryum
  5.  18 bin liraya mezar yeri
  6.  Majdanek İmha Kampı
  7. Auschwitz-Birkenau
  8.  İngiltere’nin Redditch kenti belediye meclisi
  9. Giordano Bruno ve idamı
  10.  Ölüm özgürlüğü, yaşam özgürlüğü

Devam edelim Ömer Hayyam alıntımızla ve Fazıl bütünlememizle.
Isınalım biraz 'soğuk' konumuza.
Ölümü anlamaya çalışıp, yaşamı tecrübe etmek benim yöntemimdir.
Biraz işe yarıyor ve fakat bilemem Sizler nasıl bakarsınız bu değerlendirme biçimine.
Hadi, gel benimle.
Yaşamanın sırlarını bileydin
Ölümün sırlarını da çözerdin;
Bugün aklın var, bir şey bildiğin yok:
Yarın, akılsız, neyi bileceksin?
 Ömer Hayyam


 Can bir şaraptır, insan onun destisi; 
Beden bir ney gibidir, kan o neyin sesi. 
Hayyam, bilir misin nedir bu ölümlü varlık:  
Hayal fenerinde bir ışık pırıltısı.
 
Ölümün hepimizin bildiği anlamının dışında bir de şöyle bir anlamı vardır.
Canlı varlıkların herhangi bir dokusunun canlılığını kaybetmesine de ölüm denir.
Her an, ölmekte ve doğmaktayız.

Biraz literatür bilgisi ardından bir kaç konuya bakış açım, nokta birleştirmeleri ya da dağınık bırakmalar falan filan derken bir yazının daha sonuna geleceğiz.

Ölümde, Agoni ismi verilen bir can çekişme devresi sözkonusudur.
  Bu devre, müzmin hastalıklarda uzun, ani ölümlerde ise kısa olur. 
Agoni devresi birkaç dakikadan, birkaç güne kadar uzayabilir.
 İlk önce görme, son olarak işitme duyusu kaybolur. 
Gözler yukarı ve dışa tavana bakıyormuş gibi bir hal alır, gözbebekleri genişler. 
Göz akı ve göz kenarlarında yapışkan bir sıvı toplanır.
 Göz parlaklığını kaybeder, arkaya doğru çöker. 
Refleksler ortadan kalkar. Alından soğuk iri taneli terle birlikte son bir gözyaşı damlası gelebilir, 
şahıs ağlıyor gibidir. 
Nabız oldukça zayıflar.
 Kalp sesleri güçlükle ve çok hafif duyulur, el ve ayaklar soğur, fakat şahsın iç harareti bazan 42-43° dereceye kadar yükselir. 
Salya, sümük, idrar, pislik, meni dışarı çıkar ve neticede ölüm husule gelir. 


Çok net. 
Çok sert.
Çok gerçek. 
İçerisinde çok atıfsal anlamlar ifade eden veriler var Agoni evresinin fakat, konu okadar gerçek ki. 
Hiç romantik bakamıyorum konuya. 
Buz keserken iç hararet falan. 
Aman aman.

Bir Usta'ya kulak verelim. Gel hadi canım kardeşim benim.

Hayatın bütün esrarını çözdüğün vakit ölümü arzularsın. Çünkü o da hayatın sırlarından biridir.
Halil Cibran


Ölümün evreleri, hali, yaşama yansımasından ziyade ölüm sonrası kişinin ne olacağına dair 
kişisel tercihli bir konuya değinelim. 
Gömülecekmiyiz, yakılacakmıyız, kartallara mı yedirileceğiz?
Kültürle değişen bir konu bu.
Yansıması güzel.
Bir, bana göre başarılı sanatçının yaşadığı durumla ilgili Yol'da olalım hadi.

 verdiği bir röportajda vasiyet niteliğinde nasıl gömülmek istediğini aktarmıştı.
Ünlü senarist yakılarak küllerinin suya atılmasını hayal etmişti. Söyleşi de aynen şunları aktarmıştı:
 “Beni yaksınlar, küllerimi de götürüp Gökova’ya bıraksınlar, yoksa kavanozda durayım, kütüphanede başköşede durayım gibi fetişlerim yok yani... Ne Budizme yakınım ne de İslama uzağım. Üstelik son derece inançlıyım. Ben sadece şunu savunuyorum: Öldükten sonra bedenimizle ne yapacağımız bizim tasarrufumuzda olmalı. Devletin değil! Kim nasıl karışabilir benim ölüm biçimime ve ritüelime? ‘Günahtır, ayıptır!’ gibi kavramlar bile sadece beni bağlar”

Vasiyet gibi bir şey mi?
Evet.. Üstelik yasal olarak hakkınız da var Türkiye’de fakat o yasa kullandırılmıyor. 1946’da çıkmış bu yasa. İstediğinde yakılma hakkın var. Ankara’da fırını bile var.
Bu kadar çalışkan bir İnsan için, yapılana bakalım bir de:

 Meral Okay’ın ölümünün ardından Yeni Akit gazetesinin gayri resmi sitesi Habervaktim’de yer alan haber çok büyük tepkilere neden oldu. İnternet sitesi, Meral Okay’ın ölümünü, “O kadın öldü. Kocasıyla aynı kaderi paylaştı” başlığıyla duyurdu.

Eşi Yaman Okay için Sezen Aksu'yla birlikte kaleme aldıkları “Şimal Yıldızı”
 Sen kalbimin efendisi
 Hayatımın kıymetlisi
 Hey uzun yol arkadaşım
 Şimal yıldızım, neredesin
 Nasıl havalandın
 Hasar almadan bu tufandan
 Bak ben yaralandım
 Kayıtsız şartsız adanmaktan
 Nasıl havalandın
 Hasar almadan bu tufandan
 Bak ben paralandım
 İmkansıza bağlanmaktan
 Git sereyim yoluna yeni serüvenleri
 Yakalım gitsin bütün nedenleri
 Son cümledeki anlam bütülüğü mükemmel, bence, algımca, yüreğimce.
 Güzel bir yazı, merak edenler için;
Biz konumuza devam edelim.

Krematoryum: Ölen kişinin yüksek sıcaklıklardaki yakıldığı yer. 
Kremasyon (ölü yakma işlemi) en azndan 20.000 yıl önceye dayanıyor.
Türkiye’de 1930 tarihinde çıkan umumi hıfzıssıhha kanununda ölülerin yakılmasını düzenleyen hükümler var. Bu kanun sonrasında da ülkemizde krematoryum açılmış.
Osmanlı'nın son zamanlarında İstanbul'da Anadolu Kavağı sınırları içinde "Tahaffuzhane" olarak adlandırılan ölülerin yakıldığı bir bina vardı. 
Cumhuriyet döneminde bu alan askeri bölge ilan edildi ve daha sonra harabe oldu. 
Bunun dışında , Atatürk'ün Zincirlikuyu Mezarlığı'nda yaptırdığı krematoryum, daha sonra geleneklerimize aykırı olduğu görüşüyle yıkıldı ve yerine, her boş alanı doldurmak için yaptığımız gibi, otopark yapıldı.
Canım Ülkem.

18 bin liraya mezar yeri. 
Aşiyan, Zincirlikuyu, Karacaahmet, Çengelköy ve Ulus'da mezarlık fiyatları 5 bin ila 18 bin lira arasında değişiyor.

 ölemsiz

'ne şeymiş bu, bu dünyadan ayrılmak
demir tarar gibisin bigün
gözlerin arkalarda deryaya açılmak? '
hadi bre gide gide dönmüşlüğüm
iyadesiz iyadeli tahütlüğüm
seni bilem gide koydum, gidi ölüm!
.
Can Yücel 

Güzel bir deneme:

 Ölü bedenin yakılması, sadece inançlar ve öldükten sonra kül olma isteğine dayanmıyor. 
Dünya, bunun dışındaki durumlarda da bedenlerin yakıldığını gördü. 
Ölü yakma kültürü dışında toplum açısından yüksek risk taşıyan ölüler de bu tip yerlerde yakılarak çevreye zarar vermeleri önleniyor. 
Bunun dışında Polonya'daki Majdanek İmha Kampı'nda Nazilerin gerçekleştirdiği "kitle ölüm" vakaları da var. Naziler daha randımanlı kitle cinayetleri için ölüm merkezleri kurdu. 
Temel olarak tutuklama ve çalışma merkezleri vazifesi gören toplama kamplarından farklı olarak, ölüm merkezleri adeta yalnızca "ölüm fabrikaları"ydı. 
Kamplara getirilen sürgünlerin hemen hepsi doğruca gaz odalarında (Sonderkommandos olarak bilinen özel çalışma timleri için seçilen çok az kişi hariç) ölüme gönderildiler.
 Majdanek Krematoryumu

 En büyük ölüm merkezi 1943 ilkbaharına kadar faal dört gaz odası (Zyklon B zehirli gazı kullanılan) bulunan Auschwitz-Birkenau'ydu. Sürgünlerin en yoğun olduğu zamanlarda, Polonya'da Auschwitz-Birkenau'da her gün 6.000'e kadar Yahudi gaza maruz bırakıldı.

 Auschwitz-Birkenau

Ne güzel ölüyor çiçek,,, 
öyle isterdim ölmek...
Necati Cumalı

“İngiltere’nin Redditch kenti belediye meclisi, tasarruf etmek için, ölülerin yakıldığı krematoryumdan gelecek enerjiyle havuzun ısıtılması teklifini kabul etti. Söz konusu yöntemin Avrupa’nın birçok yerinde kullanıldığını belirten Belediye Başkanı Carole Gandy, elektronik posta, mektup ve telefonla görüş belirtenlerin yaklaşık yüzde 80-90’ının projeye destek verdiğini kaydetti.”  Anadolu Ajansı, Şubat 2011
 
"Ten fanidir can ölmez, ölenler geri gelmez
ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil"
Yunus Emre

Ölümden ne korkarsın, korkma ebedi varsın..Yunus Emre

Giordano Bruno; Evrenin sonsuz ve eşdağalımlı olduğunu ve evrende, 
dünyadan başka birçok gezegenin bulunduğunu söyledi. 
Aykırı görüşler beslediği için 1600 yılında Roma Katolik Kilisesi'nin Engizisyon mahkemesinde yargılanıp sapkın ilan edildi ve Roma'da diri diri yakılarak idam edildi.

"Ne gördüğüm hakikati gizlemekten hoşlanırım, ne de bunu açıkça ifade etmekten korkarım. Aydınlık ve karanlık arasındaki, bilim ve cehalet arasındaki savaşa her yerde katıldım. Bundan dolayı her yerde zorlukla karşılaştım ve cehaletin babaları olan resmi akademisyenlerin yanı sıra kalın kafalı çoğunluğun öfkesinde hedef olarak yaşadım." Giordano Bruno


Ölüm özgürlüğü, yaşam özgürlüğü arasında gezindik durduk .
Şimdi bir video ile konuyu bağlayıp üzerine kelime etmeyeceğim.


Otelin merdivenlerinde kurtulmayı bekleyenlerden biri olan yazar Lütfi Kaleli sorar: 
“ Bunlar ikindi namazına gitmeyecekler mi?”...

Yanıt karikatür sanatçısı Asaf Koçak'tan gelir: 
“ Anlaşılıyor ki, bu namazı kaza ile eda edecekler.”


TEK YASAK

Özgürlüğün geldiği gün
O gün ölmek yasak!

Cemal SÜREYA

24 Haziran 2012 Pazar

Yalnız Bir Opera (Sanki Dokunulmazdı Çocukken Ağlamak)

Tadım yoksa, ben böyle yapıyorum. 
Açıyorum uzunca bir şiir. 
Kardeşimizin meselesine ortak oluyorum. 
İyi geliyor.
Öyleysen sana da gelir. 
Değilsen bir ara okursun. Ya da okumazsın.
Benim ne alakam olur ki kimin neyi okuyup okumadığından.
Sadri Alışık Abimizin Serseri filminde dediği gibi "Falanları filanları görüp 'Gidiyorum elveda.' diyeceğimiz" hayattan ceplerimize ne kadar falanlar filanler yükleyebiliriz ki zaten.
Herkes bir yandan bakmaya çalışıyor.
Ne güzel.
Gel ben nasıl baktım bugün ona bakalım.
Uzunca bir şiir ve  Sezen Aksu bestesini en has yorumdan dinleyerek Yol'da olalım.
 MODEL yorumunu da tavsiye ederim.
Başarı tesadüf değildir.
Kalite barındırır.
"Sanki Dokunulmazdı Çocukken Ağlamak,
 Ey sanat! Her şeyi hayata dönüştüren"



Yalnız Bir Opera / Murathan Mungan

Ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim

İmrendiğin, öfkelendiğin
kızdığın ya da kıskandığın diyelim
yani yaşamışlık sandığın
Geçmişim
dile dökülmeyenin tenhalığında
kaçırılan bakışlarda
gündeliğin başıboş ayrıntılarında
zaman zaman geri tepip duruyordu. Ve elbet üzerinde durulmuyordu.
Sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun, biraz daha
fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.

Başlangıçta doğruydu belki. Sıradan bir serüven, ratsgele bir ilişki
gibi başlayıp, gün günden hayatıma yayılan, büyüyüp kök salan ,
benliğimi kavrayıp, varlığımı ele geçiren bir aşka bedellendin.
Ve hala bilmiyordun sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
Bütün kazananlar gibi
Terk ettin.


Yaz başıydı gittiğinde.
Ardından, senin için üç lirik parça yazmaya karar vermiştim.
Kimsesiz bir yazdı.
Yoktun.
Kimsesizdim.
Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.
Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.


Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
yüzündeki kuşkun kedere,
gür kirpiklerinin altından kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
çerçevesine sığmayan
munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu


Yaz başıydı gittiğinde.
Sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti
Mayıs.
Seni bir şiire düşündükçe kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma.
Önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük usulca düşüyordu bir kağıt aklığına,
belki de ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.
Yaz başıydı gittiğinde.
Bir aşkın ilk günleriydi daha.
Aşk mıydı,
değil miydi?
Bunu o günler kim bilebilirdi?
"Eylül'de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen" notunu buldum kapımda.
Altına saat: 16.00 diye yazmıştın,
ve saat 16.04'tü onu bulduğumda.

Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
Takvim tutmazlığını
Aramızda bir düşman gibi duran
Zaman'ı
Daha o gün anlamalıydım
Benim sana erken
Senin bana geç kaldığını


Gittin.
Koca bir yaz girdi aramıza.
Yaz ve getirdikleri.
Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı.
Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay, alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik kalmıştı.
Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış arkadaşlığımıza.
Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi bakışıyorduk.
Sanki ufacık birşey olsa birbirimizden kaçacaktık.

Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.
Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.

Gittin.şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza.
Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.


Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanamayan
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
Ne kalacak bizden?
bir mektup,
bir kart,
birkaç satır ve benim su kırık dökük şiirim
Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
Bizden diyorum, ikimizden
Ne kalacak?

Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz.
Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada bir şey bulduğunda
neyi, ne yapacağını bilemeyen çocuklar gibi.
Artık hiçbir duygusunu anlamayan çocuklar gibi
Ve elbet biz de bu aşkla büyüyecek
Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz

Kış başlıyor sevgilim
hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
Bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
Oysa yapacak ne çok şey vardı
ve ne kadar az zaman
kış başlıyor sevgilim
iyi bak kendine
Gözlerindeki usul şefkati
teslim etme kimseye, hiçbir şeye
upuzun bir kış başlıyor sevgilim
ayrılığımızın kışı başlıyor
Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.


Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak, yazıya oturup sonu
gelmeyen cümleler kurmak, camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak...

Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır
çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır
içinizdeki ıssızlığı doldurmaz hiçbir oyun
para etmez kendinizi avutmak için bulduğunuz numaralar
Bir aşkı yaşatan ayrıntıları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz
çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığınız anlar, eşyalar
gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar
korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,
çağrışımlarla ödeşemezsiniz
dışarıda hayat düşmandır size
içeride odalara sığamazken siz, kendiniz
Bir ayrılığın ilk günleridir daha
Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkla

Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
kulak verdiğiniz saatin tiktakları
kaplar tekin olmayan göğünüzü
geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
bakınıp dururken duvarlara
boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek, unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani, unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi
kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar
gibi
yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutukluluk haline, bir trafik
kazasına, başımıza gelmiş bir felakete, işkenceye çekilmeye, ameliyata
alınmaya
kendimizi hazırlar gibi
yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
ve kazanmış görünürken derinliğimizi
Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar
o tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar


denemeseniz de, bilirsiniz
hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar


Bana Zamandan söz ediyorlar
Gelip size Zamandan söz ederler
Yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden.
Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden.
Hepsini bilirsiniz zaten, bir ise yaramadığını bildiğiniz gibi.
Dahası onlar da bilirler. Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler,
öyle düşünürler.
Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak, yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden
karşılaşmak kolay değildir elbet. Kolay değildir bunlarla baş etmek,
uğruna içinizi öldürmek. Zaman alır.
Zaman
Alır sizden bunların yükünü
O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar
dibe çöker. Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir. Bir
yerlerden
bulunup yeni mutluluklar edinilir.
O boşluk doldu sanırsınız
Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir

gün gelir bir gün
başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
o eski ağrı
ansızın geri teper.
Dilerim geri teper. Yoksa gerçekten
Bitmişsinizdir.

Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır, anlamları
önemi kavranır. Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini
kazanır. Yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır.

Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
Herşeye iyi gelen Zaman sizi kanatır


Ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
günlerin dökümünü yap
benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini
kim bilebilir ikimizden başka?
sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış
bir ilişkiyi, duyguların birliğini, bir aşkı beraberlik haline getiren
kendiliğindenliği
yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi
bir düşün
emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya
şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor orada
ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Bunlar da bir işe yaramadıysa
Demek yangında kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda


Bu şiire başladığımda nerde,
şimdi nerdeyim?
solgun yollardan geçtim. Bakışımlı mevsimlerden
ikindi yağmurlarını bekleyen
yaz sonu hüzünlerinden
gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
geçti her çağın bitki örtüsünden
oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından
bakarken dünyaya
yangınlarda bayındır kentler gibiyim:
çiçek adlarını ezberlemekten geldim
eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların
unuttuklarını hatırlamaktan
uzak uzak yolları tarif etmekten
haydutluktan ve melankoliden
giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden
Duyarlığın gece mekteplerinden geldim
Bütünlemeli çocuklarla geçti
gençliğimin rüzgara verdiğim yılları
dokunmaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.

Bu şiire başladığımda nerde,
şimdi nerdeyim?
yaram vardı. bir de sözcükler
sonra vaat edilmiş topraklar gibi
sayfalar ve günler
ışık istiyordu yalnızlığım
Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum
İlerledikçe... Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde
Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü
daha şiir bitmeden. Karardı dizeler.
Aşk... Bitti. Soldu şiir.
Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden


Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım
Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde
Aşk yalnız bir operadır, biliyordum: Operada bir gece
uyudum, hiç uyanmadım.
barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim
her adımda boynumdan bir fular düşüyordu
el kadar gökyüzü mendil kadar ufuk
birlikte çıkılan yolların yazgısıdır:
eksiliyorduk
mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim
her otelde biraz eksilip, biraz artarak
yani çoğalarak
tahvil ve senetlerini intiharla değiştirenlerin
birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında
ağır ve acı tanıklıklardan
geçerek geldim. Terli ve kirliydim.
Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum
maskeler ve çiçekler biriktiriyordu
linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de...
korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları
ve açık hayatları seviyordu.
Buraya gelirken
uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim
atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri
ödünç almadım hiç kimseden hiçbir şeyi
çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için
panayır yerleri... panayır yerleri...
ölü kelebekler... ölü kelebekler...
sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.
Adım onların adının yanına yazılmasın diye
acı çekecek yerlerimi yok etmeden
acıyla baş etmeyi öğrendim.
Yoksa bu kadar konuşabilir miydim?

ipek yollarında kuzey yıldızı
aşkın kuzey yıldızı
sanırsın durduğun yerde
ya da yol üstündedir
oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
ölü yanardağlar, ölü yıldızlar
ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı

Aşkın Bir Yolu Vardır
Her yaşta başka türlü geçilen
Aşkın Bir Yolu Vardır
Her yaşta birazgecikilen
gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
gözlerim
aşkın kuzey yıldızıdır bu
yazları daha iyi görülen
Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
ilerlerim
zamanla anlarsın bu bir yanılsama
ölü şairlerin imgelerinden kalma
Sen de değilsin. O da değil
Kuzey yıldızı daha uzakta
yeniden yollara düşerler
düşerim
bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında
Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
yaşamsa yerli yerinde
yerli yerinde her şey

şimdi her şey doludizgin ve çoğul
şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
şimdi her şey yeniden
yüreğim, o eski aşk kalesi
yepyeni bir mazi yarattı sözüklerin gücünden


Dönüp ardıma bakıyorum
Yoksun sen
Ey sanat! Her şeyi hayata dönüştüren




15 Haziran 2012 Cuma

Mammon ve Tanrı

Merhabalar Canım benim.

En baştan söyleyeyim.
Para maddesine, satın alma gücü olarak bakmak her zaman yaşamı daha nitelikli kılıyor diye düşünüyorum.
Yani ben öyle değerlendiriyorum.
Farklı değerlendirmelerin yapılacağı bu yazı içerisindeki bakış açımı belirteyim de zaten kafa biraz bulanacak.
Biraz teori içerikli, biraz şehir efsanesi ve biraz paranoyak çokça da bizden olan bir derleme olacak.

Yazının omurgası şöyledir canım kardeşim:
  1. Yazıya girişmeme temel olan bakış açımdan söz edeceğim
  2. Ülkemizde gerçekleşen ironik-acı bir olay
  3.  Shakespeare Atinalı Timon
  4.    Bir iş adamının çok beğendiğim yazısı
  5.  Karl Marx’ın 1844 ekonomik felsefi elyazmaları
  6.  Para hakkında
  7. ELEKTRONiK PARA
  8.  Bundan 1400 yıl önceden bir şairin Para hakkında şiiri
  9. Maymunlarla, insan davranışlarını çözümleyen bir deney
  10.  Kızıldereli şef Seatle
  11. Küçük yorumum
 

Yazıya girişmeme temel olan bakış açım:

George Bernard Shaw der ki; "Parayı köleniz yapın, yoksa efendiniz olur."

“Hiç kimse iki efendiye kulluk edemez. Ya birinden nefret edip öbürünü sever, ya da birine bağlanıp öbürünü hor görür. Siz hem Tanrı’ya hem de mammona kulluk edemezsiniz!”
(Matta: 6/24, Luka: 12/33-36, 16/13).
 Mammon’un mitolojiye göre Para Tanrısı olduğundan da bahsedilir.

Birde cenazelerde Okuyan Hocanın para için beklemesi,
"Mevlütlerde ne kadar ister Hoca?" diye geçen sohbetlerde vardır hani.
Hediye diye bakıldığında güzel, ücret olarak bakıldığında biraz samimiyetsiz gelen bu eylem şahsım adına çok düşündürücüdür.
İpin ucudur.
Tutsan alır gider baya.

‹‹Hiçbir uşak iki efendiye kulluk edemez. Ya birinden nefret edip öbürünü sever, ya da birine bağlanıp öbürünü hor görür. Siz hem Tanrıya, hem paraya kulluk edemezsiniz.››
Lucas 16:13
‹‹Hiçbir uşak iki efendiye kulluk edemez. Ya birinden nefret edip öbürünü sever, ya da birine bağlanıp öbürünü hor görür. Siz hem Tanrıya, hem paraya kulluk edemezsiniz.››
Lucas 16:

Ülkemizde gerçekleşen ironik-acı bir olay:


 Evi yanarken Parasını Kur'anın içerisine saklayan adamın hali ne ironiktir.
Çok acı bir olay, düşmanımın başına gelsin istemem ama ben başka tarafını değerlendirmek istiyorum konunun.
 Videoda 4:40 ve sonrasına dikkatinizi çekmek isterim.
 'Köylü kadınlar yanan Kuran-ı Kerim'in sayfalarını tek tek ayırarak para aradılar.'
Çalanın onu ellememesi, Yangından ilk kurtarılacağın inancının simgesinden ziyade yaşamak için ihtiyacı olduğu miktarın olması düşündürücüdür.


Bu sarı köle
bağlayan ve çözendir dinleri, kutsayan günahkarı;
yıllanmış cüzzamı arzulanır, hırsızı yerli kılar
ve ünvan, saygı ve övgü bahşeder ona
oturtur senatörlerle yan yana: odur
kocamış dulu yeni gelin eden;
yarası mikrop kapmış hastayı süsleyip püsleyip
ilkyaza inandıran. defol, lanet olası maden
insanlığın orta malı orospusu, sen,
ulusların bozgununa sebep olan

Shakespeare Atinalı Timon

Bir iş adamının çok beğendiğim yazısı:


“Universitelerde yaptigim soylesilerde, bana en cok PARA hakkinda sorular sorulur.
Herhalde isadami oldugum icin…
Ben, “Paranin iki kisiligi vardir” derim.
Birincisi; para bir degiş tokus aracidir.
Para verip yiyecek, giyecek, ev bark hatta saglik alabilirsiniz.
Ikincisi; para ile gelecek korkusunu yenersiniz.
“Yasliligimda caresiz, muhtas perisan kalmam, cunku kotu gunler icin parami bir kenara ayirdim” dersiniz.
Ama para otesi, yani para-ustu bir konu daha vardir.
Bunu parayla satin alamazsiniz.
Bunun adi ZEVK ve KEYIFTIR.
Zevk almak, keyif duymak ancak KULTUR ile mumkundur.
Resimden zevk almak icin sergiler bedava, muzik icin kaset ve diskler uc otuz para.
Ayrica konserler de pahali degil. Sinemalar hamburger fiyatina.
Ask ve sevgi zaten bedelsizdir…
Gunesin batisindan, denizin hisirtisindan ya da
bir satranc oyunundan zevk alabiliyorsaniz, kalenizle bedavaya sah cekebilirsiniz…
Gunesi kac paraya batirabilirsiniz ?
Denizi hisirdatmanin bedeli nedir ?
Yasliliginiz icin biriktireceginiz kotu gun parasi kadar, belki ondan da onemli olan bu zevkler ve mutluluklardir.
Bunlara sahip olmak ancak kulturle mumkundur…
Para kazanmaya emek verdiginiz kadar kultur edinmeye emek verin.
Ister yasli olun ister genc…
Yasinizla barisik degilseniz ihtiyarsiniz demektir.
Cok genc olen yaslilar oldugu gibi ihtiyar doganlar da vardir…
Yaslilar olume daha yakin derler ama olum nufus kagidi sormuyor.
Simdi ki tutkulu projem, bir ceviz ormani yetistirmektir.
Fidanlari dikmeye basladim bile.
Ceviz fidani 8 yil sonra agac olup ceviz verirmis.
Simdi 76 yasindayim yani 84 yasimda ceviz kiracagim.

Bu kez KENDI CEVIZLERIMI…

Ishak ALATON

Why is everybody so serious!
 It’s not about the money, money, money
 We don’t need your money, money, money
 We just wanna make the world dance,
 Forget about the Price Tag

  Beni insani yaşama bağlayan, toplumu bana bağlayan, beni doğa ve insanlarla bağlayan bağ para ise, tüm bağların bağı değil mi para? tüm bağları çözüp bağlayamaz mı? bu yüzden o evrensel ayırma aracı değil midir?
 Karl Marx’ın 1844 ekonomik felsefi elyazmaları 


  Para hakkında

 Tarihteki ilk madeni para basımı I.Ö. VII. yy' da Anadolu' da Lidyalılar tarafından gerçekleştirildi. Dünyanın ilk büyük darphanesi Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul Simkeşhane' de kuruldu. M.Ö. 118 yılında deri para kullanan Çinliler, M.S. 806 yılında da ilk kağıt icat parayı yaptılar. Batıda kağıt paraların basılması ve kullanılması 17. yy sonlarına rastlıyor. İlk kağıt icat para'nın 1690' lı yıllarda ABD ve İngiltere hükümetleri tarafından basıldığı ve dolaşıma çıkarıldığı, 1694 yılında İngiliz Merkez Bankası ve diğer ülke merkez bankalarının kurulması ile de yaygınlaştığı biliniyor.

 Karl Menger bu konuda iyidir tavsiye ederim.
Şimdi gelelim günümüze;

 ELEKTRONiK PARA

 In fact, economists estimate that only 8 percent of the world's currency exists as physical cash.

Merakınız var ve canınız isterse tıklayın.
Yoksa geçiverin bu bölümü canım benim.
ELEKTRONi K PARA VE MERKEZ BANKACILIĞI
http://www.tcmb.gov.tr/kutuphane/TURKCE/tezler/suleseneltabak.pdf

 ELECTRONIC MONEY IN 2000’S
http://web.firat.edu.tr/sosyalbil/dergi/arsiv/cilt14/sayi1/157-164.pdf

 One of the main goals of the new world order is to put... devamı alttaki linkte.
Ne demek istediğimi anlayan anlamıştır zaten.
 http://canadianawareness.org/2012/04/electronic-currency-cashless-society-coming-to-canada/


 Garip işler bunlar.


Sorunlarımız bize, çağımıza özel değildir. 
Bunun örneğini bundan 1400 yıl önceden bir şairin kalemiyle veriyorum.

 Şeref, namus, erdemlilik
bugün bundan söz etmek neye yarar
gözü kör olasıcı
bir maden parçası yüzünden
ana, baba, eş, dost bir yana bırakılıyor
para daha da kötüsünü yaptı
aşkı da öldürdü.

Anekreon 



 Maymunlarla, insan davranışlarını çözümleyen şu deneye bir göz atalım. Uzun ama keyifli.


Keith Chen, Yale Üniversitesi'nde Ekonomi bölümünde görev yapan bir profesör. Keith Chen'in araştırması,
maymunlara, para kullanmayı öğretmek ve bunun sayesinde topladığı bilgileri, bizlerin yani insanların, para ile olan ilişkisini karşılaştırıp, çeşitli sonuçlar çıkarmak.
Araştırma, Yale Üniversitesinin maymun laboratuarında başlıyor.
Bu laboratuarda 7 adet capuchin maymunları, bir ana ve birçok küçük deney kafeslerinde, para kullanmayı öğreniyorlar.
Para olarak, gümüş renkli, somun kullanılıyor. süreç gayet basit.
Ana kafesten bir maymun alınıp, deney kafesine koyuluyor. bu maymuna para adını verdikleri somun veriliyor. Maymun öncellikle bu somunu kokluyor, ağzına götürüyor.
Bu aşamada bir tepsi içinde çeşitli yiyecekler getiriliyor: Elma, üzüm ve jell-o. amaç, bu 7 maymunun
her birinin sevdiği yiyecek türünü bulmak ve bu yiyeceği elde etmek için parayı kullanmalarını sağlamak. Deney kafesindeki maymun elmayı seçiyor.

Araştırmacılar, maymuna elmayı vermeden önce, elinden parayı alıp, maymuna yiyeceği veriyorlar. Bu süreç haftalarca sürüyor ve maymunlar birkaç hafta sonra, ellerindeki somunun yani paranın gücünü anlamaya başlıyorlar.
Araştırmacılar, en çok tercih edilen yiyeceği öğrendikten sonra, yeni bir süreç başlıyor: fiyatlandırma.
Bu yeni süreçteki amaç, maymunların, biz insanlar gibi rasyonel kararlar verip vermediğini bulabilmek. Böylece araştırmacılar, birçok maymunun tercihi olan jell-o'nun fiyatını iki somun, elmanın fiyatını yarım somun ve üzümün fiyatını ise bir somun yapıyorlar. Buldukları sonuç ise gerçekten ilginç.
Maymunlar, deney sırasında, biz insanlar gibi para harcama konusunda çoğu zaman rasyonel
davranıyorlar.
Parasını, en çok yiyecek alabileceği şekilde harcamaya başlıyorlar. maymunlar, 1 somun verip, 2 dilim elma almayı, fiyatı 2 somun olan bir
adet jell-o'ya tercih etmeye başlıyor.

Buraya kadar her şey güzel!
Günlerden bir gün, yine ana kafesten, deney kafesine alınan maymun, deney kafesindeki bir tepsi içinde bulunan 12 somunu görüp, aniden çılgına dönüyor. paraların bulunduğu tepsiyi kapıp, ana kafese
fırlatıyor ve kendisini de ana kafese atıyor.
Ana kafesteki bütün maymunlar bir anda gökten para yağdığını görüp, yere düşen paraları kapışmaya başlıyorlar.
Levitt, bunu yazısında maymun tarihinde gerçeklesen ilk "banka soygunu"(maymunun tepsiyi çalması) ve "hapishane kaçışı" (maymunun deney kafesinden, ana kafese kaçışı) olarak tanımlıyor.

Bütün bu kaos içinde araştırmacılar, ana kafesteki maymunlardan parayı geri almaya çalışıyor. Olay biraz yatıştığı bir anda Keith Chen, hiç görmemeyi tercih ettiğini söylediği bir olaya şahit oluyor:
Erkek maymunlardan biri, dişi maymunlardan birine yaklaşıp, ona elinde bulunan somunlardan birini veriyor ve bunun karşılığında dişi maymun, erkek maymunun seks teklifini kabul ediyor!
İşin ilginç yanı bu iki maymunun "işi" bittikten sonra, dişi maymun "kazandığı" parayı araştırmacıya getirip, bununla üzüm almaya çalışıyor. chen, bu olayı maymun tarihindeki ilk " fuhuş" olarak
tanımlıyor.

Üniversitenin araştırma etik bölümü, maymunlar üzerinde yapılan para araştırmasının, maymunların yaşam koşulunu, değerlerini ve gündelik yaşamlarını
tamamen değiştirdiği ve zedelediği gerekçesiyle, araştırmayı iptal edip, maymunlara para verilmesini yasaklıyor.

detaylar ve orjinal makale için:
http://www.som.yale.edu/.../articles/nyt%206_5_05.pdf
Heredot'a göre M.Ö. 687'de Lidyalı erkekler ile fahişeler arasındaki yoğunluk sonucu kullanılmaya başlanmış. bir iddia tabii ki, sadece.

Garip.

Dağınık kalsın, bitiriyorum.

Kızıldereli şef Seatle'nin birzamanlar söylediği bir söz;

Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenilemeyen bir şey olduğunu anlayacak!’

Kendime Öğüt:
Cebindeki paraya göre yaşama, yaşamak istediklerine göre para kazan.

Theres no money
theres no possessions
Only obsession
I dont need that shit
Take my money take my obsession


Para Mübadele aracı değildir bence artık, başkalaşmıştır.
Öyle olsa şunun cevabını verebilirdik.


Dünya'da ülkeler bir yerlere borçlanıyor.
Dünyadaki tüm kazançlar borçlara eşitmidir?
Dünya kime karşı zarar ediyor?
Peki bu fark nerede.
Kim'e borçlu Tüm 'İnsanlık'

“Hiç kimse iki efendiye kulluk edemez. Ya birinden nefret edip öbürünü sever, ya da birine bağlanıp öbürünü hor görür. Siz hem Tanrı’ya hem de mammona kulluk edemezsiniz!”
(Matta: 6/24, Luka: 12/33-36, 16/13).

Kalın  Sağlıcakla.

14 Haziran 2012 Perşembe

Ay Karanlık Ahmed Arif Usta Uyanmıyo!

Canım hiç karalamak istemiyor kardeşim.
Canım,
 benim,
 hiç.
3 video,
 1 şiir.
Kelime yok bugün.
Gel.
Yürüyelim.


Yüreğimde çok farklı bir yeri olan Usta: Ahmed Arif


AY KARANLIK

Maviye/Maviye çalar gözlerin,
Yangın mavisine/Rüzgarda asi,
Körsem/Senden gayrısına yoksam
Bozuksam/Can benim, düş benim,
Ellere nesi?
Hadi gel,
Ay karanlık...
İtten aç/Yılandan çıplak,
Vurgun ve bela
Gelip durmuşsam kapına
Var mı ki doymazlığım?
İlle de ille/Sevmelerim,
Sevmelerim gibisi?
Oturmuş yazıcılar
Fermanım yazar
N'olur gel,
Ay karanlık...
Dört yanım puşt zulası,
Dost yüzlü,
Dost gülücüklü
Cıgaramdan yanar.
Alnım öperler,
Suskun, hayın, çıyansı.
Dört yanım puşt zulası,
Dönerim dönerim çıkmaz.
En leylim gecede ölesim tutmuş
Etme gel,
Ay karanlık... 

  Yazar : AHMED ARİF




Uyanmıyo ya.

11 Haziran 2012 Pazartesi

Beni Siz Delirttiniz-İstemem Eksik Olsun (Semih Saygıner,Uğur Dündar,Fazıl Say,Ayşe Sucu)

  Bugün, yaşamımı olağan şekilde devam ettirmemi engelleyen bir kaç durumdan bahsedeceğim. 
İnsan merakı olsun ya da olmasın sosyal çevresi ile birlikte yaşar.
 Ve bu çevrenin en büyüğü de yaşadığı coğrafyada gerçekleşen olaylardır. 
Olur olmadık gerçekleşen güvenlik, bürokratik, ekonomik ve kültürel olayların tümüyle birlikte bir güne uyanır ve uyuruz.
Güvenlik alanımız olan aile ve bireysellik sahamızı korumamız için, 
bu verilerin iyi analiz edilmesi ve geleceklerimize etkilerine binaen bir gün yansıması alışkanlığı ve gelecek planlaması yapılmaartık bu coğrayada yaşayan her bireyin elzem davranışı haline gelmelidir.
Belki her yerin öyledir, bilmiyorum.
Bu çözümlemeyi yapmayanları, bu  farkındalıkta olmayanları 10 yıl sonra göreceğiz.
Aziz Nesin'in de dediği gibi 
"Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın, diyerek yaşattığınız yılanların bir sonraki hedefi siz olursunuz."
Biz bunu değerlendirelim ya da etmeyelim bu böyle gerçekleşir.
İçime dokunan, 
"Eh yani bu kadar da olmaz kardeşim!" dediğim. 
Can damarımın tıkandığı ve nefes almam için paylaşmam gereken konular var cebimde. 
Çokça var bunlar ama bugün bir kaç benim için krtik olanlarından dem vuracağım.
Spor, Televizyon, Sanat ve Diyanet alanlarında birer örnekle Yol'da olacağız.
Buyrun.
Ama önce eserimiz gelsin. Büyük Usta'dan.

Beni Siz Delirttiniz



4 kişiden bahsedeceğim bugün. Bunlar; 
  1. Semih Saygıner
  2. Uğur Dündar
  3. Fazıl Say
  4.  Ayşe Sucu
Şöyle bir şahane girişle başlayalım derim.
 Büyük ruhlar, sıradan beyinler tarafından her zaman şiddetli muhalefet gördü. Sıradan bir beyin, geleneksel önyargıları körce boyun eğmeden reddeden ve düşüncelerini cesurca ve dürüstçe ifade eden insanları anlayabilecek kapasiteye sahip değildir. -Albert Einstein-

 Semih Saygıner

1994’te ilk Dünya Bilardo Şampiyonluğunu kazanan Saygıner, dünyada "Mr. Magic" (Bay Sihir) ya da "The Turkish Prince (Türk Prensi)" lakaplarıyla tanınır. Türkiye’de bilardonun federasyon haline gelmesini sağlayan kişidir. Hollanda liginde 9 yıl, Portekiz liginde 3 yıl profesyonel oyunculuk yapan Saygıner'in bilardo literatürüne "Semih Saygıner Magic Shots" (Semih Saygıner'in Sihirli Vuruşları) olarak geçmiş, 42 özel vuruş tekniğine sahiptir ve bu oyunun dünyadaki en önemli isimlerinden biridir
http://www.semihsayginer.org/

 Kazandığı Turnuvalar ve Diğer Dereceleri
http://www.baktabul.net/sporcular/73097-semih-sayginer-kimdir-semih-sayginer-hayati-semih-sayginer-biyografisi.html


Bu isteyene keyif olsun.

Şimdi derseniz ki "Kardeşim, bu adamın kim olduğunu zaten biliyoruz hem bu verileri neden daha sağlam bir kaynaktan değil de bir öylesine bir linkten veriyorsun."
Konumuzda o zaten.
Federasyonun sitesine tıklarsanız boş olduğunu görürsünüz.
 http://www.bilardo.gov.tr/
Ve açıkken de 'Milli Gururlarımız' kısmında Semih Saygıner'in adı yazmıyordu.
Ha neden?
Kendisinden dinleyelim.


 Videoyu izlemeye üşenenler, zamanı olmayanlar için net bir özet geçeyim.

 Semih Saygıner AKILALMAZ BİR HAKSIZLIĞA UĞRAMIŞ.

Saygıner: Ayakları yere basan, sağlam basan insanları biz sevmiyoruz. Yönetebildiğimiz insanları seviyoruz.
Istaka ile kavga ettiniz mi hiç?
Saygıner:Kırdım bile! (Gülüşmeler) Maçı kaybedince sinirden kırdım, gençken ama. Bilardo, rakibe bir fiske atmadan rakibi yerle bir etme sanatıdır.

Uğur Dündar

Hakkında fazla yazmayacağım. Bir kaç, benim için önemli noktayı düzenleyip Yol'a devam ediyoruz.
 http://www.ugurdundar.com.tr/
 Sözcü Gazetesi'nde yazıyor şu anda kendileri. Üstteki linkte de günlük yazıları bulunuyor.
En son çıkarttığı kitap:

Vefa Lisesi'nden dönem arkadaşı olan Müjdat Gezen'in yazısı ile bir nokta birleştirmesi yapalım.


Uğur Dündar Müjdat Gezen Televizyon Okulu

( ARENA 31 ocak 2011 Levent KIRCA, Müjdat GEZEN, Yılmaz ÖZDİL, Uğur DÜNDAR, Nedim ŞENER izlenir, izlemişsinizdir, dön dön izle.)
 Program için bir eleştiri linki: http://www.samanyoluhaber.com/gundem/bAKPye-oy-veren-herkes-aptal-b/502790/

Bir de diğer Vefa Lisesi kardeşliğinin simgesi, Ustayı da analım.
Bir fotograf yeter bazen.


 Hemen devam ederiz yolumuza, aklım kalır yoksa.
Uzadı yazı farkındayım. Ama bana düzenlerken çok değerli geliyor.
Keyif alıyorum.
Umarım Sana da öyle geliyordur.

3 kardeş var ortada, mevzu Büyük.

Uğur Dündar AKILALMAZ BİR HAKSIZLIĞA UĞRAMIŞ.

Fazıl Say

http://fazilsay.com/tr/

 Bir konser çıkışında ünlü kemancı Fritz Kreisler´in bir hayranı ona doğru koşarak coşkuyla;
“Sizin kadar güzel çalabilmek için bütün hayatımı verirdim,” der.
Kreister cevap verir:
“Ben verdim.” 




Sekilecek taşları dziyorum her zaman ki gibi. 
Bir beyanım yok.
Siz bulursunuz ,ayan beyan. 

Padişah Süleyman 1538’de bir ferman yayımladı.
Bu fermana göre:
1. O zamanının üniversiteleri sayılan medreselerdeki (Sahn) felsefe, matematik, coğrafya gibi akıla dayalı dersler kaldırılacak.
2. Din görevini yerine getirmeyenlere ve dine saygısızlık edenlere ağır cezalar verilecek.
3. Müslümanlar için saygı aracı olarak kullanılan bazı sözler, Gayrimüslimler için kullanılamayacak ve yine Gayrimüslimler, Müslümanlar gibi giyinemeyecekler ve gezemeyecekler.


İnsanıın yaşadığı çağın sorunlarını
hep kendine özel bilmesinin, zannetmesinin
Tarih bilgisi noksanlığından kaynaklandığını düşünüyorum.
Kendimden biliyorum bu eksikliği, çözüm çıkmazlıklarında gezinmekten.
Fazıl Say'ın Hayyam için yaşadığı sorun bir çağlar üstü zihniyet sorunudur.

25 asır, 66 yıl, 20 milyon çocuk, Noooluyoehou leaaeoun.

http://ustaogluemredemir.blogspot.com/2012/05/25-asr-66-yl-20-milyon-cocuk.html

YUNUS EMRE KAFİR İLAN EDİLDİ
Bugün İstanbul’un tarihi bir caddesine ismi verili bulunan Şeyhülislam Ebussuud Efendi, dönemin devlet işlerini ve sivil hayatını dinsel hükümlere (şeriata) göre şekillendirmiştir. Bu yüzden, Yunus Emre’nin şiirleri bile dine aykırı sayılmış, bu şiirleri okuyanların öldürülmesi gerekir diye fetvalar verilmiştir.
Yunus Emre’nin “Cennet cennet dedikleri, bir ev ile birkaç huri/İsteyene ver sen onu, bana seni gerek seni” diye başlayan şathiyesini okumak, idam edilmeyi göze almak demekti.
(Bu benzeri fetvaları merak edenler, M. Ertuğrul Düzdağ’ın yayımladığı Şeyhülislam Ebussuud Efendi Fetvaları’na bakabilirler.)



 


 "Marifet hiç ezilmemek bu dünyada
Ama biçimine getirip ezerlerse
Güzel kokmak
Kekik misali
Lavanta çiçeği misali
Fesleğen misali
Itır misali
İsâ misali
Yunus misali
Tonguç misali
Nazım misali"

Bedri Rahmi Eyüboğlu

Osmanlı Devleti zamanında, hiçbir İslam ülkesinde görülmeyen facialar da şeriat hükmü diye ortaya konuldu. 
 Sivas’ta yakılan aydınlardan 530 sene daha önce Edirne’de Hurufiler diri diri yakıldılar.

Osmanlı'da Karşı Düşünce ve İdam Edilenler Yazar:Rıza Zelyut




“Adaletsizliği engelleyecek gücünüzün olmadığı zamanlar olabilir, ama itiraz etmeyi beceremediğiniz bir zaman asla olmamalı? ELİE WİESEL


Fazıl Say AKILALMAZ BİR HAKSIZLIĞA UĞRAMIŞ.

 Ayşe Sucu

  
Kendileri İmam hatip kökenli, Anadolu Üniverisitesi çıkışlıdır.
 1996’da Diyanet Vakfı Kadın Merkezini 20 kişiyle birlikte kuran ve 14 yıldır Başkanlığını yürüten Sucu, görevden alındı.
Merkez, 12 bin üyesiyle Türkiye’nin en büyük kadın kuruluşudur.
Kendisini daha iyi tanımak için bu yazıyı tavsiye ederim.


muhalifgazete.com: Sağlık Bakanı 'Başına kötü bir durum gelmişse dahi kadın o bebeği doğurmalı gerekirse devlet bakar' dedi bu konuda ne düşünüyorsunuz?


Ayşe Sucu: Öncelikle başına kötü bir şey gelen kadının psikolojik durumunu konuşalım. Çok basite alınacak bir şey mi ki, hemen akabinde çocuğu konuşuyoruz! Başına kötü bir şey gelen kadın bir insan. Yaratılmışların en güzeli… Duyguları var. Sevecek, sevilecek ve o sevdiği erkekten dünyaya bir bebek getirmek isteyecek. Onun için dokuz ay bebeği karnında taşıyacak. Yine o sevgi uğruna dünyanın en zor durumlarından biri olan doğum hadisesini yaşayacak. Bütün bunları bir kenara atın, ve her şeye rağmen yine de kadın o çocuğu doğursun deyin. Allah aşkına kadın kobay mı? Çok kolay yargılara varılıyor… Buna karar verecek tek yetkili kadındır. Şunu da hemen soralım; hangi tecavüze uğrayan kadın, bu hunharca davranış karşında, o bebeği dünyaya getirmek ister… Biraz insaflı olalım!

İslam tek bir görüşten ibaret değildir. İman hakikatlerinin ve ibadetlerin farziyeti konusu dışında kalan muamelatla ilgili, günlük hayata ilişkin konularda çok farklı görüşler söz konusudur. Kaldı ki ibadetlerin uygulamalarıyla ilgili dahi mezhepler arasında farklılıklar vardır. Dolayısıyla İslam çoğulcu bir anlayış içinde dinamik bir yapıya sahiptir. Dini tek bir bakışa indirgemek, İslam’ın ve Kur’an’ın esprisine aykırı düşer.

 Ayşe Sucu Türklerin yüzlerce yıldır dahil olduğu Hanefi mezhebinde saç göstermenin dinen yasak olmadığını savunuyordu.


Ayşe Sucu: Öfkeli değilim. Bakanlar da görevden alınabiliyor... Geçici şeyler bunlar. Ben ikinci bebeğimi kaybettim. Çocuk acısı nedir bilirim. Ama bu çalışma benim yüreğime koydu. Bu ondan daha ağır. Alınış biçimine karşıyım. Ben daha farklı bir tarz beklerdim. En azından ben Sayın Başkan'ın konuşmasını isterdim. Ben Sayın Görmez'i çok da severim... Bu tarz bir şey beni incitti. Bir tane memur arkadaş gelip bildirdi. Bunu söylemek istemezdim. Benim makamla derdim yok. Bütün mesai arkadaşlarım bilirler. Benim oradaki mesaimi nasıl yaptığımı bilirler. Kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir şey... Ben kadınımızın, bugünkü modern kadınınımızın gelenekle moderniteyi nasıl bir araya getirebileceği ile ilgilendim.

İlgili haber Videosu için;

Ayşe Sucu AKILALMAZ BİR HAKSIZLIĞA UĞRAMIŞ.

Tüm bunlara karşı bir çift lafım var:

 

“Yanlış ve doğru hakkındaki fikirlerimizin ötesinde bir alan var.
Sizinle orada buluşacağım.
Çimenlerin arasına uzandığınızda, dünyanın doğru-yanlış fikirlerinize ihtiyacı olmadığını göreceksiniz.” MEVLANA

Eyvallah.

Eyüp kardeşim ve yürek sızısı

Uzun zamandır blogumda yazmıyorum. Ne düzenlemesine, ne imlasına ne de tasarımlarına dikkat ettiğim bir yazı olacak bu. Beni çok etkileyen ...